Yazılar

Gidip de Gelmeyenler

“Mustafa Efendi yine bir gün, arkadaşı ve eski başbakanlardan Şemsettin Günaltay tarafından, mutlak bir idamdan kurtarılışının hikâyesini de anlatmıştı:

Günaltay'ın Halk Partisi müfettişliği yaptığı bir tarihte, İstanbul'daki dersiamların listesi çıkarılmış. Günaltay, bu listenin ne yapılacağını sorunca, ilgili adam, eliyle boynunu işaret etmiş!

Şemsettin Bey, listede Mustafa Efendinin isminin de yer aldığını görünce, hemen müdahale etmiş: "Yahu bu adam benim dostum, sınıf arkadaşımdır. Biz medresede onunla beraber okuduk!"

Demek Afrika da Çağırıyor

“Altınoluk” dergimizin kapağını görünce içim “cız” etti. Demek Afrika da çağırıyor bizi. Biz Osmanlı bakiyesi merkez bir milletiz, herkes bize baksa, bizden beklese, bizden istese yeridir. Bu millet var oldukça da bu böyle olacaktır.

Bu millet, Sevgili Ahmet Taşgetiren’in dediği gibi: “Ben değilse kim?” diyerek, “Bana düşeni benden başkası neden yüklensin?” diyerek, “Bana düşenin hesabını ben vereceğim” diyerek, “Benim hesabımı başkası ödemez” diyerek... omuzunu yükün altına sokar.” Hamdolsun.

Allah Görüyor

Hepimiz de biliyoruz ki Allah Teâlâ’nın “basar” sıfatı vardır. “Her şeyi görür.” “ilim” sıfatı vardır, “her şeyi bilir”. Bizi ve amellerimizi görür ve bilir. Ödül ya da ceza buna göredir.

Bunu bilmeyen Müslüman var mı?

Bunu böyle bilmeyen Allah Teâlâ’ya hakkıyla iman etmiş sayılmaz.

Ama önemli olan bunu bilmek değil, bunu kalbinde bulmak, etine kemiğine sindirmek, beynine, bilincine yedirmek, canlı bir şuur haline getirmek…

Yani “İman”ı “ihsan”a erdirmek.

Neydi “ihsan”?

Acı Ama Gerçek

Önce lütfen şu satırları bir okuyalım:

"Hukuk Mektebi, özellikle bizim üçüncü sınıf yasa boğuldu. Acımasız ölüm, dün sabah bir beyin kanaması sonucu vefat eden hocalarımızın en seçkini Ömer Hilmi Efendi'yi hayatının en parlak döneminde, bizden alıp götürdü. Kendisi pek bilgili ve nâdir bir zeka idi. Fikirlerinde açık sözlü, evkaf konusunda çok derin bilgi sahibiydi. Ölümü, telâfi edilmez bir kayıp."

Herkese Düşen

Gün geçmiyor ki medyada bir terör olayı, bir adam öldürme, bir tinerci cinayeti, bir uyuşturucu baskını, bir kap kaç olayı, bir fuhuş çetesi, ya da ortalığı molotof kokteyli ile yangın yerine çeviren göstericilerin haberi olmasın…

Hele de şu türlü haberleri okuduğumda kanım donuyor. Öyle içim buruk düşüne kalıyorum: “Fatih’te bir ay önce ortadan kaybolan 11 yaşındaki Alpay D.’nin, bulunması için ilan veren, televizyon programlarında vatandaşlardan ağlayarak yardım isteyen ablası Sevil D.(17) tarafından bıçaklanarak öldürüldüğü anlaşıldı.”

Kız annesini öldürdü…

Yaşanan Yaman Çelişki

Bu sistemle milli bünye arasında kan uyuşmazlığı vardır ve siyasi, idari, hukuki ve iktisadi bütün sancılar işte buradan kaynaklanmaktadır.

Bizim olan, yani yerli olan her şeye karşı bulunan, hatta kin ve nefretle bakan bir sistemde yaşıyoruz ve maalesef bu sistem Milli Eğitim (!) marifetiyle kendi adamını büyük ölçüde yetiştirmiş durumda. Azımsanmayacak kadar insanımızı milli bünyesine yabancılaştırmayı başarmış durumda maalesef.

Hayrü’l Halefler

Okul kütüphanesinde çalışırken okulumuzun temiz huylu, güler yüzlü, tatlı dilli, asil öğretmenlerinden Durdu Mehmet Yiğitalp Bey yanıma yakın bir yere oturdu ve başı sonu yok olmuş bir defter parçasını okumaya başladı. Deftere şöyle yan gözle bir baktım, Osmanlıca idi. Sormadan edemedim:

- Bu nedir hocam?

- Bu merhum dedemin sohbetlerinden huzurunda tutulmuş bazı notlar.

- Allah Allah!... Okur musun biraz?

- Görüyorsun bazı yerler silinmiş, yırtılmış, üstelik pek de güzel olmayan bir hat. Herhalde aceleye geldiğinden böyle olmuş.

Yazık Bu Bakana!

“Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül, Atak Helikopter Projesi kapsamında, yeni motor ile yapılacak ilk test uçuşlarını izlemek için İtalya'ya gitti.

THY'ye ait uçakla Milano'ya hareket eden Bakan Gönül'ü, Atatürk Havalimanı VIP Salonu'ndan İstanbul Vali Yardımcısı Hikmet Çakmak uğurladı.

Milli Savunma Bakanı Gönül, yarın yurda dönecek.” (http://www.ihlassondakika.com/detail.asp?id=207596)

Yazık bu Bakana yahu!

Üzüldüm doğrusu. İçime battı bir yurttaş olarak.

Neye mi üzüldüm?

“Kitaba Çağrı Sınavında İnsan”

Bu bir kitap adı. Değerli meslektaşım Duran Boz’un editörlüğünü yaptığı bir hayli hacimli bir kitabın adıdır bu başlık. Bir kitaba çağrıdır aynı zamanda.

Ne ifade ediyor?

İnsan bir sınavda bu dünyada. Sınavın konusu bir kitapta. Çağrı ise o kitabı tanıma, okuyup anlama ve yaşamı ona göre ayarlama.

Her insanın böyle bir kitabı var aslında. Ya seninki hangisi? Seni hangi kitap çağırıyor? Sen hangi kitaba çağırıyorsun? Kur’an mı, Tevrat mı, İncil mi, Das Kapital mı, Nutuk mu, Zendavesta mı? Yoksa aran yok mu kitaplarla? Kitapsız mısın yani?

Tırmansın

İsrail ile gerginlik tırmanıyormuş. Tırmansın, iyi olur.

İsrail, anlaşma yapışan silahları vermeyecekmiş. Vermesin.

İlişkileri gözden geçireceklermiş. Geçirsinler.

Çok iyi olur hatta.

Savaşa karşı olduğumuz için iyiliklerine iki kelam edelim değmezlerin.

İsrail efeleneceğine önce bir muhasebe yapsın kendi kendine.

Önce adam gibi bir devlet olsun.

Yani insan haklarına bağlı, beynelmilel hukuka saygılı, adalet ve barışı önceleyen, komşularıyla iyi geçinmeyi öne alan bir politika izlesin.

Sayfalar