Yazılar

“Aydınlanma Yolu Tasavvuf”

Erkam Yayınlarından yeni çıkan son kitabımızın adı böyle. Kitap orta boy olarak basılmış olup 336 sayfadır. Bütün çalışanlarıyla birlikte Erkam Yayınlarına çok teşekkür ederim.

Her çağda güncel olmakla beraber, yaşadığımız şu yıllarda da tasavvuf çok yoğun bir şekilde konuşuluyor, tartışılıyordu. Bazı dostlarımız ısrarla tasavvuf ve tarikatlar hakkında çok kısa ve özlü bilgiler veren bir kitap yazmamızı istediler.

“Hayır” Diyebilmek

Yeri geldiğinde “Hayır” diyebilmek, bir özgürlük ve bağımsızlık alametidir, bir kişilik göstergesidir. Zamanı ve zemini gerektirdiğinde bunu diyemeyenler, hürriyet ve şahsiyetlerini kaybetmişler demektir.

Hatırlarsınız, Kamuran İnan diye birisi vardı. Daha çok dış politika ile ilgilenirdi.

İşte o zat bir kitap yazmıştı. İlk çıktığında bir hayli konuşuldu da. “Hayır Diyebilen Bir Türkiye” istiyordu orada.

Davos’ta bu gerçekleşti işte. Ama “evet” demeye o kadar alışmıştı ki bizim “monşerler”, bu “hayır”a da “hayır” dediler.

“İsrail Karşıtlığı” Ne Demek?

“İsrail Karşıtlığı” diye bir laftır gidiyor medya’da bu günlerde.

“Bu olmamalı imiş. Bu ayıpmış. Bu çağdışıymış. Bu bize yakışmazmış!”

Sahi öyle mi?

İsrail karşıtlığı ile Yahudi karşıtlığı, yani “antisemitizm” aynı şey mi?

Buna “evet” diyenlere bazı diyeceklerimiz var elbette.

Ama ondan önce bazı ülkelerin adını da yazalım ve soralım, “bunlar niye? Yıllardır bunları siz yapmadınız mı?”

Mesela “İran Karşıtlığı” var mı bu ülkede?

Arabistan karşıtlığı mesela?

Türkiye’nin “Araplara kayması” nasıl karşılanıyor kimi çevrelerde?

Halk Aydına Ders Veriyor!

Bu nasıl bir ülke böyle Allah aşkına, “halk” “aydın”a ders veriyor.

Ben şimdi sevineyim mi, üzüleyim mi?

Sevinmeliyim, çünkü aydın bir halkım var. Sağduyulu bir halkım var benim. Akıllı, dengeli, sabırlı, serinkanlı ve marifetli.

Ferasetine de hayranım onun.

Bir devlet böyle bir halk yetiştirmek için kültür, sanat ve eğitimine ne kadar para harcar değil mi?

Ama asıl garabet de burada zaten.

Halk, devletin eğitiminden, ideolojisinden, resmi görüşünden farklı ve ayrı olduğu için böyledir.

Bunu nasıl izah edersiniz?

Mutediller Ve Radikaller

“Asr-ı Saadet” dediğimiz mutluluk çağında müslümanların elinde İslâm’ı öğrenmek için iki temel kaynak vardı: Kur’an ve sünnet.

Gerektikçe üçüncü olarak da ictihadı devreye sokuyorlardı. Yani Kur’an ve sünnette bir mesele hakkında hüküm bulamamışlarsa onlar doğrultusunda akıl yürütüyor, çözüm araştırıyor ve mutmain oldukları görüşle amel ediyorlardı. Peygamber Efendimiz (s.a.v), ictihadı memnunlukla karşılamış hatta teşvik etmişlerdi.

Acaba Utandılar mı?

İçimden geçiyor doğrusu, merak ediyorum, “acaba azıcık da olsa utandılar mı?” diye.

“Umutsuz vaka” demiştim bir yazımda ama, aslında kimseden umut kesmemeli. Sabırla iyilik anlatılmalı ve umutla beklenmeli.

Allah’tan umut kesilmez. Hidayeti veren odur değil mi? O hidayet verirse kim mani olabilir ki?

Diyelim Mehmet Ali Birand.

Davos’tan “flaş flaş” diye ilk görüntüler geldiğinde, hemen canlı yayında şöyle diyordu:

‘Uhibbukum Fillahi’deki mucize

Bu güzel sözü ilk kez 12 yıl kadar önce hidayetime vesile olan Ebu Huzeyfe’den işitttim… Yani; ‘Sizi Allah için çok seviyorum’ demek… Kendisine ait olmayan bu söz, insanlar içinde Allah’a en sevimli gelen Peygamberimize ait… Çok sonraları bu söze peygamberimizin yapmış olduğu dualar kitabında rastladım…

Bir müslüman uhibbukum fillahi dediğinde, diğeri; ‘Ehebbeke allahu lezi ehbebte min eclihi’ der. Yani; ‘kendisi için sevdiğin Allah’ta seni sevsin’

Ne güzel bir söz…

Gönlüm Ne İstiyor?

Bir virüs gibi damarlarımızda dolaşan ırkçılık ve asabiyet duygusu, çoktandır İslam dünyasındaki kardeşleri birbirine karşı kırgın, küskün, umursamaz, hatta biraz daha ötede istenmeyen kardeşler haline getirmişti.

Kaynağı batı olan bu hastalık, değişik coğrafyada aynı tezahürleri ortaya koyuyordu koymasına da, ifade başka başka oluyordu. Akıl tutulması yaşıyorduk yer yer.

Mesela bu ülkede yaşayan bizler, “Türkçülük” veya “Kürtçülük” adına “Arapları” sevmezken, “Arapçılar” da bizi sevmezlerdi aynı hastalık sebebiyle.

“12 Ve 14 Bizden”

Kimliği önemli değil aslında. Birileri kalkıyor ve ciddi ciddi “12. ve 14. mahkeme bizden” diyor.

Birileri kalkıyor, “İstanbul, Ankara ve İzmir baroları bizden” diyor.

Yarın birileri de kalkar, “Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay bizden” derse hiç şaşmam bu gidişle.

O zaman yapacak bir şey kalmamıştır.

Belki yapacak bir şey kalmıştır aslında o zaman; oturup kıyameti gözlemek.

Beklemekten ve “Hoş geldin kıyamet” demekten başka bir şey kalmamıştır o zaman.

Değişti mi takiyye mi yapıyor?

Sizin oralarda söylenir mi bu söz bilmem ama, bizim yörede meşhurdur. Hiç ummadığın bir adamdan, hiç ummadığın bir laf duyarsan, genellikle böyle dersin, “aklın ola da inanasın!”

Baykal hakkında yazmak hiç hoşuma gitmiyor. İnanın istemiyorum. Ama öyle laflar ediyor ki de gel de yazma!

Bak işte yine neler söylemiş. Habervaktim’den okuyoruz:

Sayfalar