Beğenilme Fitnesi

Öyle insanlar olur ki, yaşamadıkları hallerden, olmadıkları makamdan, bilmedikleri yüceliklerden dem vurur, saatlerce ezbere laf konuşurlar. Bilmeyenler ağzı açık dinlerken, bilenler de için için adamın perişanlığına üzülür dururlar.

Niçin yaparlar bunu? Yapmadıkları, olmadıkları, bilmedikleri şeyleri neden konuşur dururlar? Kaldıramayacakları yükün altına niçin girmeye çalışırlar? Neden altından kalkmaya dair düşünceleri, güçleri, niyet ve azimlerini sorgulamadan, maddi manevi yüklerin altına girer, vazifeler alırlar, sorumluluklar vadederler gönüllü? Eskisinin adamı olamadıkları halde, neden yeni derslere, vazifelere, makamlara talip olurlar?

Hepsi de “rü’yetü’l gayr” dediğimiz “başkalarına sevilmek, övülmek, üstün görülüp beğenilmek” içindir. Nefis içindir yani? Bütün kötü huyları üçte biri bu duygudan kaynaklanır zaten. Riya burdan, süm’a burdan, makam mansıp sevgisi burdan, riyaset sevdası burdan, şan ve şöhret budalalığı burdan, övünmek, methedilmek arzusu buradan, dalkavukluk ve yağcılık istekleri burdan kaynaklanır.

İnsan haddini bilmeli, yerini görmeli, kendini zillete düşürmemeli, kalkacağı yere oturmamalı, özür dileyeceği işi yapmamalı, izzet ve şerefini korumalı, kendisiyle alaya, istihzaya, hakarete, aşağılanmaya izin ve fırsat vermemelidir. Birisi çaktırmadan, olmadığı hallerden ve makamlardan bahsederek kendisini desteksiz ata ata övüyorsa, maksadının övmek değil, alaya almak, eğlenmek olduğunu görmelidir.

Hatta iyi niyetle kendini bilmeli, ulaşamayacağı gorukların ekşiliğinden bahsetmemeli, erişebileceği yerler için de isteme zilletinden kurtulmalı, halka ve dünyaya karşı istiğnalı olmalı, mütevazi ve mahviyetkar olmalı, boyundan büyük aflar etmemeli, makamlar dilenmemelidir.