
Geçen asır İslam medeniyetinin yıkılış asrı idi. İlmen yıkılış değildi belki, ama siyaseten yıkılıştı.
İslam devleti mağlub olmuş, müslüman halklar birbirine düşürülmüş, ırkçılık bünyede onulmaz yaralar açmış, müesseselerimiz bir bir tarihe karışmış... Hilafet yok, şeriat yok, medrese yok, tekke yok, vakıf yok olmuş.
Akif anlatıyor "Safahat"ında. Hayret ediyorum, nasıl kalbi çatlamadı onun? Nasıl dayandılar bu yıkılışın karşısında? Bu yangının, bu harabelerin, bu mezaris- tanın karşısında? Onlara çok acıyor ve rahmet okuyorum.
Biz ise şanslıyız onlara göre. Biz yıkılan bir ülkede yeniden yapılanmalar görüyoruz az da olsa. Yangın yerlerinde yeşermeler var. Mezaristan kabarıyor, ürperiyor, titriyor; öyle ümid ediyoruz ki ikinci İslam medeniyetini doğuracak. Başında Kur'an ve Sünnet fakültelerinden ehliyetle yetişmiş alimler var bu doğumun, bu ümmetin. Canlarını, kanlarını, mallarını, izzetlerini, şereflerini ortaya koymuş da cihada girmiş kahramanlar var, rehberler var, mürşidler, mücahidler var. Zulüm görüyorsak da, yıkılmış yıkılacağı kadar, bundan sonra hep yapılanma var, gelişme var, diriliş var, ümidimiz var; seherdeyiz, şafak yakındır diyoruz.
Bu çağ çok zalimler gördü. Çok zalim sistemler gördü İslam'dan sonra. Ama hepsi de bitti, tükendi. Artık insanlara verecek bir şeyleri kalmadı. İflas ettiler. Çağ şimdi İslam’ı çağırıyor.