Kitaplar

İrfan Hayatımız Üstüne Eleştiriler

İrfan hayatımız, yani tasavvuf ve tarikatlar üstüne eleştiri yapmak çok zordur, biliyorum. Çünkü bu taife mürşide teslimiyet ister. İtiraz ve muhalefeti büyük günah sayar. Gerçi “peygamberler hariç hiç kimse masum değildir, hata yapabilir, günah işleyebilir” derler. Bununla beraber “şeyhler mahfuzdur” diyerek yine de bir zırha büründürmüşlerdir. Kaldı ki günümüzde anlatacağımız sebeplerle halk ilimde geri bırakılmış, tarikat erbabı da bundan nasibini almıştır. Ehli olmadığı halde şeyhlik yapan eğitimsiz müteşeyyihler ve kendilerine benzeyen müritler genellikle cahil kalmışlardır. Maalesef bu yüzden kitaptan değil de kulaktan duyma birçok fikirlere haddinden fazla önem vererek, yolu kıssa, menkıbe ve kerametlere boğmuşlardır. Haliyle gelen haklı eleştirilere karşı da çok soğuk davranmışlar ve sahiplerini dışlamışlardır.

Peki, bunu bile bile bu konuda eleştiri yapmaya nasıl cesaret ediyoruz?

Birkaç sebebi var. Sadece şunu söylemekle yetiniyoruz; biz tasavvuftan yanayız. Bu müessesenin tarihi hizmetini takdir ediyor ve iyi niyetle asli vazifesine dönmesini samimiyetle istiyoruz. Unutmayalım, bu taifeye en gerçekçi eleştiriler, yine kendi erbabından gelmiştir.

İlim Ve Alim Üstüne Eleştiriler

Bu kitabımızda insan, toplum ve âlimler ekseninde dönüp dolaşan zamanımızdaki yanlışlarımızı, eksikliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı değerlendirmeye ve eleştirmeye çalıştık, çareler sunmaya gayret ettik.

 

 

Yeryüzüne kısa bir süre misafir olmak üzere Allah Teâlâ’dan geldik, ecelimiz gelince yine O’na döneceğiz.  Varoluş amacımız O’nu tanımak, sevmek ve kulluk etmektir. Bunun ölçüsünü de “İslam Dini” adıyla o belirlemiş ve aramızdan seçkin kullarını elçi kılarak bize sunmuştur. Özel hayatımızda bunu yaşama sorumluluğumuz vardır. Müslüman toplumun da çoğunluğu bu dine gönüllü bağlanmalıdır ki, hâkimiyeti o toplumda gerçekleşsin.

Burada âlimler devreye girerler. Fert ve toplum olarak bizler, ya bir âlim olarak, ya da yeterince âlimler yetiştirip onların eğitim ve öğretiminden geçerek, özel hayatımızda iyi bir Müslüman olmaya, genel hayatımızda da İslam’ın uygulanması başarısına erişebiliriz.

Bu kitabımızda insan, toplum ve âlimler ekseninde dönüp dolaşan zamanımızdaki yanlışlarımızı, eksikliklerimizi ve ihtiyaçlarımızı değerlendirmeye ve eleştirmeye çalıştık, çareler sunmaya gayret ettik.

Birey Üstüne Eleştiriler

Fert ve toplum olarak bizler, ya bizzat bir âlim olarak, ya da yeterince âlimler yetiştirip onların eğitiminden geçerek, özel hayatımızda takvaya, genel hayatımızda da “Allah’ın dini İslam’ın yeryüzüne hâkimiyeti” anlamında ictimaî davamıza erişebiliriz.

Maraş Hazineleri 1

İnsan kitap başında okur ve yazarken zaman azgın bir küheylan, ya da baharda coşan bir nehir gibi akıp gidiyor. Buyurun beraber serinleyelim bu nehirlerde…

İslam’da Şaka Ve Asr-I Saadetten Fıkralar

İslam dini, insanı mutlu etmek için sunulan ilâhî bir nimet, semâvî bir sofradır. Onda iman ve ibadet, hukuk ve ahlak, helal ve haram, cennet ve cehennem, hüzün ve tefekkür olduğu kadar, yeme ve içme, gezme ve tozma, gülme ve eğlenme, sohbet ve şaka da vardır. Biz insanları, belli ölçüler ve ilkeler içinde, hem bu dünyada hem de ahirette onları mutlu edecek, böyle canlı, heyecanlı, neşeli, güldüren ve eğlendiren bir dine davet ediyoruz. Asla insana, hayata ve nimetlere küsmüş, gülmeyi ve eğlenmeyi unutmuş, asık suratlı bir dine değil.

Bu kitap iki bölümdür. İlk bölümde şakanın ilmî tahlillerini yaparak çeşitli yönlerden İslam ile ilgisini inceledik ve yer yer kendi tecrübemiz ve hatıralarımızı da katarak konuyu değişik açılardan işlemeye çalıştık.  İkinci bölüm ise asr-ı saadette gerek Sevgili Peygamberimiz (sav)’in, gerekse ashâb-ı kiramın yaşamış olduğu şaka, mizah, latife ve nükteleri anlattık ve yer yer kısa tahlillerini yaptık.

Mizah, her toplumun kültür, örf ve adetlerine uygun olarak yapılır. Bundandır ki, bir toplumda mizah kabul edilen bir şey diğerinde edilmeyebilir. Bu yüzden, on dört asır önce yaşamış Müslümanların şakalarını, mizah, nükte ve esprilerini değerlendirirken bunu dikkate almalıyız.

Kitaba emeği geçen herkese teşekkür eder, insanlık için faydalı olmasını dilerim.

Hastalara Armağan

Bu kitap hastalığa karşı Müslümanca tavrı işliyor ve mükâfatını gösteriyor.

Asıl olan sağlığı iyi koruyup hasta olmamaktır. Hadi olundu, sabredip şikâyet etmeden tedavisine çalışmaktır. Bu konuları ilk kitabımızda işlemiştik.

Bu kitapta ise hastalığa ve sair musibetlere şikâyet etmeden sabretmenin mükâfatı, alınacak büyük ödül ve kazanç işlendi. Hastaların ibadeti, onları ziyaret etmenin ve gönüllü olarak güzelce temizlik ve bakımını yapıp dualarını almanın sevabı anlatıldı. Bütün bu konular asr-ı saadetten ilginç hikâyelerle canlı olarak sunuldu. İnşallah sağlıklı olanlar kadar hasta olup dert çeken kardeşlerimize ve onların fedâkar bakıcılarına da faydalı olur.

İslam Düşüncesinde Sağlık Ve Şifa

Biz bu kitabı çok amaçlarla yazdık ama özellikle ikisi daha belirgin olsun diye önsözde öne almak istedik. Birinci amacımız, erken teşhis için erken uyarma ve farkındalık oluşturma ile bir sağlık bilinci oluşturmaktır. Bu gün sağlık sorunu yaşamayan insanların “ben iyiyim, bana bir şey olmaz”  dememeleri, sağlıklı yaşamayı öğrenip uygulamaları gerekir.

Elbette bu arada özellikle kronik hastalıklar konusunda nice sıkıntı ve ızdırap çeken, hayatları solmuş binlerce kardeşimiz için, kan ve organ bağışı, araç gereç hediyesi, ziyaret, sevgi ve moral gibi maddî manevî ikram ve yardımlardan neleri yapabileceklerini düşünmeleri gerekir. Hayat bu, belli olmaz, hiç unutmayalım, her sağlıklı insan aynı zamanda potansiyel bir hastadır, öyle değil mi?

İkincisi de şudur; kim ve ne olursak olalım, hangi konumda ne iş yaparsak yapalım, hangi durum ve ortamda bulunursak bulunalım, bizi yaratanın kanunu böyledir,  her an ve mekânda bizi hastalık ve musibetlerle imtihan edebilir, her an her şeyimiz değişebilir. Yaratanın ve her nimeti verenin geri alma hakkı da vardır. Mademki bizi “bakalım hangimiz daha güzel amel edecek?”(Mülk, 2) Diye imtihan için yaratmıştır ve ahirette bundan hesaba çekecektir, öyleyse sınavın zamanını, zeminini, şartlarını, şeklini, miktarını o belirleyecektir. Bu yüzden her an irademiz dışında -Allah korusun- sağlığımızı kaybederek hasta olabilir, sakat kalabilir, elimizdeki nimet ve imkânları kaybedebiliriz.  

İşte o zaman dahi, hayata olan bağlılığımız bitmemeli, mutluluğumuz gitmemeli, neşemizi kaybetmemeliyiz. Kaderimize razı olarak hamd ve şükür içinde yeni vaziyetimizle barışık olarak yaşamaya devam etmeli, bu arada şifa için elden geleni yapmalıyız. Hatta hastalık ve sakatlıklarımızı, engellerimizi birer fırsata dönüştürmeli, bunlardan yeni kazanımlar üretmeliyiz.

 

 

 

İnternette Kral Sözler

Amacımız yeni yetişen kuşaklara faydalı olmaktır. Öyleyse onların sevdikleri, beğendikleri bizim için önemlidir. Faydasına inandığımız düşünce ve davranışları yine onların beğendiği biçimde, sevdiği formatta sunmamızın ne mahzuru olabilir? Asıl olan özdür, kabuk, kılık, biçim değildir.

Facebookta kolay okunsun ve üzerinde düşünülsün diye bazı kısa ve özlü sözler yazıyoruz. Bunlar beğeniliyor ve çokca okunuyor. Hal böyle olunca aklımıza bir fikir geldi: Neden bunları derli toplu olarak gençlerin istediği bir formatta sunmuyoruz? Önemli olan, düşüncelerimizi sunmak ve üstünde düşündürmektir.

Türkiye’de Dindar Siyaset Pratiği

 

Sık sık soruyorlar: “Siz fiilî siyasetten uzak duran bir eğitimci ve davetçi olarak bu devlet, demokrasi, laiklik, sistem, siyaset gibi konularda yazmanızın amacı nedir? Neden sürekli “Batılılaşma” ve “laik sistem” diye haykırıyorsunuz?”

Cevabı basit; Bunlar bizim için birer iman meselesidir. Bu yüzden çok önemlidir. İman ile ilgili yazmamız kadar Batılılaşma, laiklik, sistem ve siyaset ile ilgili konuları da yazmamız gerekir bir davetçi olarak. Çünkü bu konularda da İslam’ın bir hükmü vardır. Müslümanlar kendileri için bağlayıcı olan bu hükümleri bilmek zorundadır. Kaldı ki bu konulardaki dini hükümleri bilemedikleri için birçok insanımızın imanını çalıp doğru yoldan ayırdılar. Eğri büğrü yollara bu sebeple saptırdılar. İslam Medeniyetinden böyle kopararak Batı Medeniyetinin gayya kuyusuna attılar. Enbiyanın, evliyanın, ülemanın, şühedanın rehberliğinden bu yöntemle şeytanların, deccallerin, ifritlerin, gulyabânilerin önderliğine taktılar.

Öyleyse insanımızı yeniden selamet ve saadete ulaştırmak, gurbetten kurtarıp sılanın şefkatli ana kucağına teslim etmek, gayya kuyusundan çıkarıp cennetlere eriştirmek, iblislerin, ifritlerin elinden kurtarıp Rabbanî alimlerin engin ilimlerine teslim ile teskin etmek için, bu gibi kavramları yazmak zorundayız. Çünkü muhtaç olduğu yerde insanımıza rehberlik etmek, Rabbimizin lütfettiği ilmin bize yüklediği bir borçtur.

Hizmetten Teröre Gülen Sorgulaması

İslam’a inanmış bir eğitimci olarak bütün Müslümanları dostum, kardeşim, velim bilirim. Hepsini sever ve hem dinime, hem de kardeşlerime kendi gücüm, çapım, usul ve üslubum çerçevesinde hizmet etmek isterim. Bunlardan birisine haksız yere düşman olmamı, kendime, kardeşlerime ve Rabbime ihanet sayarım. Böyle bir şeyi bilerek yapmam.  En azından yapmamam gereğine inanırım.

Ancak “din Allah’a tazim, mahlûkata şefkat ve merhamettir” hakikati gereği kardeşlerimi her türlü kötülükten esirgemeyi ve yeri gelince onların iyiliğini düşünerek samimiyetle nasihat edip uyarmayı bir borç bilirim. Çünkü kardeşlerimin dünyevi ve uhrevi saadet ve selameti gereği “iyiliği emretme” ve “kötülüğü yasaklama” vazifesi, Rabbimizin bir emridir.  Usulü ve adabı dairesinde eleştiri ve uyarı görev olduğu kadar bir haktır da.

Hatalar, haramlar ve günahlar gizli ve özelde kaldığı sürece, müsamaha sınırı içindedir ve uyarı yapılmasa da olur. Fakat o sınır aşılır da açıktan yapılır ve başkalarına bir şekilde zarar verir hale gelirse, görev mutlaka yapılmalıdır. İlmî sorumluluk, meseleyi açmayı, doğruyu göstermeyi, yanlıştan uyarmayı, söylenmesi gerekeni gizlememeyi, bu yüzden gelecek olan kınamalardan veya başka sıkıntılardan asla korkmamayı gerektirir. Bu kitapla bizim yaptığımız da bundan ibarettir.

 

Sayfalar